Misafirperverlik Bozkır topraklarının kanında var
Yurdumuzun her
yeri aynıdır ama benim memleketim daha farklıdır, doğduğumuzdan mıdır? yoksa
suyuna taşına toprağına tutkun olduğumuzdan mıdır? bilmiyorum ama güzeldir
benim memleketim güzel.
Geçtiğimiz hafta sonu her zaman ki gibi
boş bir zaman aralığı buldum ve kendimi Bozkırımızın güzelliklerini keşfetmeye
çıktım. Cuma'dan Bozkır'dan Dere Kasabasına gittik, üzerinize afiyet birazda
hastalık var iyicene dinleneceğim niyetimde ki boş boş oturup hastalığı
atlatacağım ama nerede cumartesi kalkıyorum evde en fazla saat 10.00'a kadar
duruyorum köy meydanına bizim köyün öneceğine geleni geçeni önmeye çay içip
muhabbet etmeye başlıyoruz öğlen vaktine kadar.
Öğle namazı sonrası köydeki sohbetler ve
muhabbetler kesmiyor biraz açılalım diyorum atlıyorum arabaya, sözde istirahat
edeceğim ya çıkıyoruz boğaza diye, varıyorum baş köprüye, ya buraya gelmişken
Sorkun kasabasına da uğrayayım görmüş olurum. Sorkuna da varınca buraya
gelmişken ayğıra gidilmez mi diyorum oradan da çıkıyorum ver elini ayğıra
(Bozkır Çarşamba Çayının kaynağı).
Ayğıra varınca hasta hasta buraya kadar
neden geldiğimi anlıyorum, benim dinlenmem güzellikleri teneffüs etmem ile
olabiliyor ancak. Aygır hafta sonu olmasına rağmen çok sakindi ilk önce benden
başka kimse yok diye düşündüm malüm artık yaz bize elvada diyor, hava
kapalı ancak bakıyorum insanlar yine var ve ayğır dibinin su sesi ve sukunetini
doyasıya yaşıyorlar.
Ben'de arabamdan fotoğraf makinemi ve üç
bacağımı alıyorum ve ayğırın kaynağına doğru su şarıltısı dinleyerek sessizce
ortamı ciğerlerime kadar çekerek ilerliyorum. Daha öncelerden çektiğim onlarca
çekimden farklı olsun diye makinemle uzun pozlamalı ve hariketli çekimler
yapıyorum fotoğraflara bakanlar bu güzelliği her daim devamlı olarak
izleyebilsinler diye.
Burada kendimi o kadar kaptırmışım ki
çekimleri yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım, başkaları için yorucu
olabilecek ve angarya olan iş; yorgun da olsan, hastada olsan seni yormaz
aksine dinlendiriyor işte bizimkisi de bu hesap. Saatlerce burada çekimler
yapıyorum. Ben fotoğraf çekimi ile uğraşırken insanlarda gelip gelip
gidiyorlar. Bozkır'ın en güzeli mesire alanın güzelliğini görmeye yerli ve
yabancı herkes görmeye geliyor. Tabi unutmamalıyız ki bu güzellikler bizlere
emanet ve bu emanetlere iyi bakabilmemiz lazım ama maalesef bakamıyoruz piknik
yaptıktan sonra bulduğumuz gibi güzel bırakmıyor çöplerimizle bırakıp
gidiyoruz, doğaya saygının insanın kendine olan saygıdan geldiğini bilemiyoruz,
inşallah bu olguda genç nesilde ziyadesi ile gelişir ve ileride bilinçle
oluşacak daha güzel bir ayğır'a sahip oluruz.
Saatime baktığımda ikindin vaktinin
girmesine az vakit kalınca koşa koşa Karacahisar köyümüzün camisine
varıyorum. Burada köylülerimiz imece usulu köy camisinin etrafında hummalı bir
çalışmanın içerisindeler. Selam verip hemen abdest alıp içeri gireyim diye
düşünürken çok sıcak bir karşılama ile karşılaşıyorum herkes hoş geldin emmim
diyerek geliyor kısa birde muhabbet sonrası kendimi cami avlusunda buluyorum.
Karacahisar köyü sanki kendim köyüm oldu Allah razı olsun her geldiğimizde bir
kaç tanıdık kişiyle muhabbet ediyoruz ve ilgileniyorlar bizlerle ve hasbıhal
ediyoruz.
Tabi değinmeden geçmemek lazım
Karacahisar köyümüzün imamı da bizim köylü yani Dereli. Benim tabirimle şıhım
yani Ellez emmimizin oğlu. Namaz sonrası çıkan emmimlerimizle başlıyoruz
muhabbete emmimizin teki soruyor söyle bakalım emmim kimsin necisin? Dereliyim
emmi diyorum bilen emmilerimizden Mulla Emmi (İbrahim Topçu) bu bizim yakup
diyor her tarafı çeker internete atar. Geçmiş bayramdan ve internetten sağdan
soldan sohbete başlıyoruz.
Köyden ayrılıp Sorkun'a gitmek
istediğimde Mulla emmi diyor vaktın varsa gel emmim bir çay koyalım evde çay
içelim meyve sebze yiyelim, olurdu olmaz derken sağ olsun emmimiz götürüyor
evine, teyzemiz bahçelerinde yetişen meyve ve sebzelerden bir tepsi hazırlayıp
önümüze getiriyor, başlıyoruz afiyetle yiyoruz şifa niyetine. Öğreniyorum ki
emmimiz İstanbul'da oturuyor Baharın gelip kasım ayına kadar köyde kalıyorlar,
bağ bahçe ile eğleşip kış ayı geldiğinde İstanbul'a torunlarının yanına
dönüyorlarmış.
Belli bir yaştan sonra aynı Mulla
emmimiz gibi düşünüp davransa gurbetçilerimiz Bozkır'ımız günden güne nüfus
kaybetmez ve birazda olsa bir hareketlenme yaşanır, bunun yanı sırada ata
toprakları boş boş durmaz yorgun yalınız evler viraneye dönmez.
Buradan misafirperver Mulla emmimize ve
sıcak samimi dost karşılamalarından dolayı Karacahisar köyümüze teşekkürlerimi
iletiyorum. Gezi günlüğümüz'ün başlığında da belirttiğimiz gibi
misafirperverlik bu toprakların kanında var.
Karacahisar köyümüzden ayrıldıktan sonra
Sorkun kasabasındaki arkadaşımız Faruk
Ertekin'e telefon
ediyorum Sorkunda isen oturalım sohbet edelim diye, Faruk diyor abi gel
değirmende oturalım diyor . (Malum sorkun çok dağınık ve bulunduğumuz mahallede
oturacak kahvehane yok) Tahin değirmenine gidiyoruz, burada bildiğim kadarıyla
birkaç farklı marka Tahin üretimi yapıyor. Biz gittiğimizde "Mehmet Çavuş Tahin" markasına Yavuz Ertekin abimiz tahin üretiyor.
Tahin değirmeninde muhabbet ederken
Faruk çay koyuyor, çay demleninceye kadar muhabbet sohbet derken çay olunca
sıcak tahin ile birlikte kendilerinin yayla ballarından bir haylice ikram yanına
domates biber derken bildiğin akşam yemeği sofrası kurulu verdi önümüze. Bir
taraftan sohbet ederken bir taraftan karnımızı doyurduk ve burada da akşamı
ettik.
Bilmeden hastalık var
dinleneceğim derken bu şekilde huzur ve şifa kaynağı gıdaları kast etmişiz ama
haberimiz yokmuş. Gün sonunda dönüp arkaya bakınca misafir perverlik dolu ve
doğa ile iç içe mükemmel bir gün geçirdim. Bu gün beni ağırlayan evlerinin,
dükkanlarını kapılarını sonuna kadar açan abilerimize emmilerimize dostlarımıza
teşekkür ediyorum. Umuyorum ki Google Plus alanımıza
yüklediğimiz fotoğrafları sizlerde beğeniyle izleyeceksiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder