Türkiye’mizin gündemi son yıllarda
“devlet içindeki karanlık güçlerle ve
darbelerle mücadeleye” kilitlendi. Sözde “darbelerle ve karanlık güçlerle hesaplaşıyoruz” ancak başbakanlık
çalışma ofisinden çıkan dinleme cihazları aslında devlet düzeyinde bir
hesaplaşma yapıl(a)madığını ispatlıyor.
Darbe, ister askeri olsun ister
sivil olsun millet egemenliğine karşı kurulan bir zorbalık düzenidir. “Darbe”
kavramı iyi anlaşılmadan, onunla nasıl mücadele edileceği de bilinemez.
Darbeler topluma karşı yapılır. Darbe ile amaçlanan, halkın irade ve isteğine
karşı olarak belirli ayrıcalıklı bir zümrenin
çıkarlarını korumak veya
derinleştirmektir. Yakın dünya tarihi
yalnız askeri değil, sivil ayaklanma veya seçimle işbaşına gelen oligarşik
diktatörlüklere de tanıklık etmiştir. “Darbe” kavramını “devrim” kavramından
ayıran en önemli unsur meşruluk kaynaklarıdır. Egemenliğini halka dayandıran ve
evrensel hukuk ilkeleriyle başarılan –toplum yararına yapılan- köklü değişimlere
“devrim” adı verilir. “Darbe”lerin kaynağı ise toplum değil karanlık güçlerdir,
toplumu ezerler, hiçbir meşrulukları olmadıkları gibi darbeciler hukuğu
tanımazlar, zorbalıklarına hukuğu alet etmeye kalkarlar.
Demokrasinin güçlenmesi için
evvela toplumun duyarlılık göstermesi gerekir. Devlet, ancak milletin irade ve
kararlılığıyla darbelerle ve derin çetelerle mücadelesini başarıya
ulaştırabilir. Çünkü darbelere kaynaklık eden karanlık çeteler uluslararası
güce sahiptirler ve bağımsızlığını yeterince sağlayamamış devletlerin içerisine
nüfuz etmişlerdir. Bağımsızlık iradesi gösterilmeden karanlık güçlerle mücadele
edilemez, çetelerden arınılamaz. Türkiye’mizi
yönetenler özellikle ABD ile olan ilişkilerinde milli bağımsızlık irademizi ipotek
altına almışlardır. Kore’de Mehmetçiğin kanı pahasına NATO’ya “müttefik” olarak
kabul edildiğimiz günden beri “bağımlılığımız”
sürmektedir. Devlet olarak etkin bir üyesi bulunduğumuz ve maalesef -komşularımıza
karşı- bugünlerde füzelerini gazi şehirlerimize yerleştirdiğimiz NATO,
bilindiği gibi soğuk savaş döneminde Sovyetlere ve Komünizme karşı kurulan bir
birliktir halen de varlığını sürdürmektedir. Sovyetlerin yıkılmasına rağmen
NATO’nun varlığını koruması göstermektedir ki, NATO ABD başta olmak üzere
çoğunlukla batı blokunun küresel çıkarlarını garanti altına almaktadır. İlginçtir
Türkiye’de bütün darbelerden sonra NATO ile olan bağımlılık ilişkisi artmıştır.
Avrupa ülkelerinde soğuk savaş sonrası çökertilmeye çalışılan derin çeteler NATO’nun
Özel Harp Konseptiyle oluşturulmuş yapılardır. Öyle ki Avrupa Parlementosu bu
konularla ilgili olarak hazırladığı karar tasarısında şu cümlelere yer
vermiştir: “Avrupa Topluluğu'na üye pek
çok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerinin 40 yıldır var
olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kırk yıldır bu
örgütlerin demokratik kontrolden kurtulduğu ve NATO ile işbirliği halinde ABD
gizli servislerince yönetildiği anlaşılmıştır.”
Ülkemizde siyaset, medya, finans-kapital
çevreleri son yıllarda karanlık güçlerden arınma, darbelerle yüzleşme
konularını “tartıştı” ancak nedense NATO’nun bize kaybettirdikleri, emperyalist
saldırganlıkları, yasadışı gizli faaliyetleri, çetelerle olan ilişkileri, darbelerdeki
rolleri pek konuşulmadı. Konuşmaya çalışanlar “darbeci” diye yaftalandı,
komplolara ve tertiplere uğradı. Bu durum, başbakanlık çalışma ofisinde
“böcekler” bulunması kadar “tuhaf” ve birbiriyle yakından ilgili. Hukuğun
katledilmesini teşvik ederek “darbe ve çetelerle mücadele edildiğini “ söyleyenler
hem kendileri “aldanmışlar” hem halkı aldatmışlardır. Neticede gölge iktidar
“camiasının” gücü artmıştır.
Uzun lafın kısası; siyaset, medya
ve devletin içerisinde bir “gölge iktidar” kurmuş olan süper NATO (gladyo) sorgulanmadan
darbelerle ve karanlık çetelerle hesaplaşmış olamayız. Kimse kimseyi
kandırmasın.
ÖMÜR ÇAKMAK
Yorumlar
Yorum Gönder